Genel olarak mal alım-satımı şeklinde tanımlanan “ticaret”in temeli, ilkel toplumlara kadar uzanmaktadır ve insanlık tarihindeki ilk şekli “takas” olarak ortaya çıkmıştır. Paranın henüz icat edilmediği dönemlerde, ticaret, mala/ürüne/hizmete karşı, mal/ürün/hizmet şeklinde yapılmıştır.

Zamanla insanoğlu, tüccarlar aracılığıyla, denizaşırı ticaret olarak tanımlanan usulde, malların taşınmasını ve tedarikini gerçekleştirmeye başlamış ve böylece ticari ilişkiler sadece yakındaki kişilerle değil, uzak bölgeler ve devletler arasında da yaşanmaya başlamış ve böylece dış ticaret ortaya çıkmıştır. Örnek olarak, İndus Vadisi Uygarlığı (Harappa Uygarlığı; MÖ 2600- MÖ 1900) ile Sümer Uygarlığı (MÖ 3500 – MÖ 2000) arasında yüzyıllar süren, oldukça yoğun ticari ilişkiler yürütülmüş; ayrıca Tunç Çağı döneminde, Kıta Avrupa’sı ile Akdeniz Bölgesi ve Kuzey Avrupa arasında Kehribar Yolu üzerinden takas ticareti gerçekleştirilmiştir. Yine Antik Çağ’da, batıda Antik Yunan ve Roma uygarlıkları, uzak doğuda Çin uygarlığının kurulması ile bu uygarlıklar arasında denizaşırı ticaret yoğunlaşmıştır. Bu ticaret Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yolu olan İpek Yolu üzerinden gerçekleştirilmiştir. Batı ülkeleri Çin’den satın aldıkları ipeği, İpek Yolu üzerinden taşımışlardır. Bu durum ise kıtalararası alış-verişin en güzel ve somut örneğini teşkil etmiştir.

Osmanlı Devleti’nde ise, 19. yüzyılın sonlarına kadar, dış ticaret politikası genel olarak ithalatı teşvik edici, ihracatı ise kısıtlayıcı niteliktedir. Aynı dönemde Avrupa devletlerinde uygulanan dış ticaret politikası ise, Osmanlı’nın tam tersine, ihracatı artırmak ve ithalatı kısmak, yerli üreticiyi dış rekabetten korumak amaçlıdır. Nitekim 1838 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Balta Limanı Anlaşması ve takip eden yıllarda Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri ile imzalanan benzer kapsamdaki anlaşmalar ile Osmanlı Devleti, gelişen Avrupa sanayisi için açık bir pazar haline gelmiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren ise, Osmanlı ekonomisinde ihracatın istikrarlı bir şekilde artış gösterdiği gözlenmiştir. Fakat aynı dönemde ithalatta da artış devam ettiği için Osmanlı Devleti’nde dış ticaret açığı da giderek artmıştır. I. Dünya Savaşı’nın ardından, uygulanan politikalar, Batı Avrupa’da başlayan Endüstri Devrimi ve Batılı güçlerin kapitülasyonları karmaşık hale getirmesi şeklinde sıralanan sorunlar karşısında çözümler üretemeyen Osmanlı Devleti, ciddi dış ticaret açıkları ile karşı karşıya kalmıştır. Cumhuriyet Dönemi ile birlikte 1980 yıllara kadar dışa kapalı bir politika izlenmişken, 1980’li yıllarda dışa dönük politikalar uygulanmış ve ticaretin serbestlemesi ile birlikte dış ticaret hacminde önemli artışlar yaşanmıştır.

Tüm bu tarihsel süreçte, özellikle dış ticaret alanında faaliyet gösterenler için belli bir takım hakları ve bu hakların kullanımına ilişkin yaptırımları düzenleyen, faaliyetlerin belli bir düzen içerisinde gerçekleştirilebilmesini sağlayan bir takım hukuk kurallarının düzenlenmesi mecburi bir hal almıştır. Özellikle Cumhuriyet döneminde, I. Dünya savaşı sonrası ticaret alanındaki değişimler ve gelişmeler dikkate alınarak, ülkemizde de köklü önlemlerin alınması mecburiyeti doğmuş ve 1929 yılında yaşanan Dünya ekonomik bunalımının etkisiyle ilk olarak 1930 yılında 1705 sayılı “Ticarette Tağşişin Men’i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması Hakkında Kanun” 19.06.1930 tarihli ve 1524 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 1931 yılında ise, 1705 sayılı Kanun’a dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca, “Fındık İhracatının Murakabesine Dair Nizamname” ve “Yumurta İhracatının Murakabesine Dair Nizamname” olarak iki adet Nizamname (Tüzük) çıkarılmış ve yürürlüğe girmiştir. Kontrol işinin doğrudan Devlet kadrosu içinde görülen hizmetler arasına alınması amacıyla, 1705 sayılı Kanun’a ek olarak, 15.06.1936 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve bilahare (1988 yılında) mülga olan 3018 sayılı Kanun çıkarılmış ve ihracatta standart kontrolleri ile Ticaret Bakanlığı görevlendirilmiştir. 13.12.1983 tarihli ve 188 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bir taraftan Ticaret Bakanlığı bünyesindeki Dış Ticaret Genel Sekreterliği ile Standardizasyon Dairesi Başkanlığı, diğer taraftan Maliye Bakanlığı bünyesindeki Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği bir araya getirilmek suretiyle Başbakanlığa bağlı Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı kurulmuştur. 4059 sayılı, Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 20.12.1994 tarihli ve 22147 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla iki Müsteşarlık birbirlerinden ayrılmıştır. 2011’de Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı’nın kurulması ile Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın yetkileri bu bakanlığa devredilmiştir.

GÜMRÜK HUKUKU

Bir ülkeye giren ve bir ülkeden çıkan mal ve eşya üzerinden alınan vergi olarak tanımlanan “gümrük”, esasen insanoğlunun başka toplumlarla, devletlerle ticaret yapmaya başladığı tarihlerden itibaren varlığını sürdürmüş ve devletlerin egemenlik alanlarının ifade biçimini ve hazinelerinin de önemli bir gelir kaynağını oluşturmuştur. Bugün dahi gümrük vergileri, devletler için en büyük gelir kaynaklarından biridir.

Nitekim gerek İslamiyet öncesinde gerekse Osmanlı döneminde, diğer ülkelerle yapılan ticari ilişkilerde gümrük vergisinin uygulandığı da bilinmektedir. Örneğin Osmanlı Devleti’nde, ithal edilen veya ihraç olunan eşya üzerinden bir çeşit ticaret vergisi olarak alındığı bilinen “gümrük resmi” bunun en önemli örneklerindendir. Yine Osmanlı Devleti’nde eşyanın geldiği ülkeye, kullanıp kullanılmamasına, başka bir ülkeye sevk edilmesine göre çeşitlendirilen gümrük resimleri de göstermektedir ki, gümrük ile ilgili faaliyetlerin devlet açısından yeri ve önemi oldukça önemlidir.

Gümrük alanındaki iş ve işlemlerin fazlalığı ve çeşitliği karşısında ise, hukuki bir takım düzenlemeler yapılması kaçınılmaz olmuştur; ki Türk Gümrük mevzuatı ile ilgili tarihsel sürece bakıldığında, Anadolu Beyliklerinden Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kadar çok çeşitli gelişmeler yaşandığı görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Gümrük Kanunu 19.06.1927 tarihli ve 1093 sayılı Kanun’dur. Bu Kanun’un ardından 1929 yılında 1499 sayılı “Gümrük Tarifesi Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Bu tarife uygulaması nedeniyle artan kaçakçılık faaliyetlerini önlemek için de 02.06.1929 tarihinde 1510 sayılı “Kaçakçılığın Men ve Takibi Kanunu” yürürlüğe konulmuştur. Süreç içerisinde değişen ekonomik koşullar karşısında yetersiz kalan Gümrük Kanunu, 1949 yılında kaldırılarak yerine 5383 sayılı “Gümrük Kanunu” yürürlüğe konulmuştur. Cenevre’de imzalanarak 1948 yılında yürürlüğe giren Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) paralelinde; gümrük mevzuatının basitleştirilmesi, formalitelerinin azaltılması ve mevzuat uyumunun sağlanması amacıyla yapılan çalışmalar sonucu 1950 yılında Brüksel’de Gümrük İşbirliği Konseyi kurulmuş ve ülkemiz bu Konseyin ilk üye ülkeleri arasında yer almıştır. 1956 yılına gelindiğinde ise, 1931 yılında kurulan yarı askeri nitelikteki Gümrük Muhafaza Umum Kumandanlığı kaldırılmış ve sivilleşerek Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ismini almıştır. Türkiye-Avrupa Topluluğu 36’ncı Ortaklık Konseyinin 06.03.1995 tarihli Kararı ile 01.01.1996 tarihinde başlamak üzere taraflar arasında “Gümrük Birliği” tesisi öngörülmüştür. Avrupa Birliği mevzuatına uyuma ilişkin, 01.01.1996 tarihinden itibaren Gümrük Birliği uygulamaları Türk gümrüklerinde başlatılmıştır.

Ülkemizin Gümrük Birliğine girmesi nedeniyle Topluluk Gümrük kodunda yer alan hükümlerin, Ortaklık Konseyi Kararı gereğince Gümrük Kanununa yansıtılması amacıyla 4458 sayılı Gümrük Kanunu 1999’da yayımlanmış ve 2007 yılında yayımlanan 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ile de bütün gümrük suçlarına ilişkin yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Nihayet Avrupa Birliği Topluluk Gümrük Kodunda zaman içerisinde meydana gelen değişikliklere uyum sağlamak amacıyla 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 07.07.2009 tarihli ve 27281 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5911 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değiştirilmiş ve anılan yasal düzenleme ile Gümrük Kanunu’nda geçen bazı deyimlerin tanımları, transit rejimi, ekonomik etkili gümrük rejimleri, gümrük yükümlülüğünün doğması ve başlaması, gümrük vergisi ve para cezalarının tebliği, itirazlar ve usulsüzlük cezası gibi konularda değişiklikler yapılmıştır.

Madalyon Hukuk ve Danışmanlık olarak, Ankara Avukat ve Ankara Hukuk Bürosu çerçevesinde Dış Ticaret ve Gümrük Hukuku alanında faaliyet göstermekte ve avukatlık hizmeti ile hukuki danışmanlık hizmeti verilmektedir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu *